Monday, December 20

ABRAKADABRA

abrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabulrakadabrabrakadabrabenirakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabeklerabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabirsonrakiabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabracemreyekadabrabrakadarbrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabra

Saturday, December 11

görece


herşey değişecek
biraz sessiz kalmalıyım o zamana kadar
kendi sesimi duymak yoruyor bazen
şimdi de susardım aslında ama,
şunu alıntılamadan edemezdim:
"we don't see things as they are,
we see things as we are"

Wednesday, November 24

günah keçisi

yalnız kalmaktan ürktüğü zamanlar, yalanlarına sarılırdı,
herkes bilir: yalan günahtır ve "günah" yumuşak yünlü, sıcacık bir kelimedir
saklanmak için sımsıkı kuşanınca, içinde kıvrıldığı post daha güvenli gelirdi dışarıdan
kendi imzasını taklit etmekten aciz elleri birbirine değdiği zamansa tereddüt sarardı bedenini,
dokunan mı yoksa dokunulan mı oldu diye.
aynaya bakan mıydı yoksa bakılan mı?
bu sorular bir yana, emin olduğu bir şey vardı:
"herkes kahraman olmak ister."

yoksa kim neden katlansın ki bunca gerçeğe?

demekten vazgeçtim çünkü şu geldi aklıma

I hurt myself today
to see if I still feel

Thursday, November 4

belki benim kağıt param bi şekilde döne dolaşa



















dalgalara kanıp suya düşen gölgeme gülüyorum şimdi,
bir de şükrediyorum birine,
o eylül akşamı vapurda o şarkıyı mırıldandı kulağıma diye.
zorlaşınca her şey, bana dayandı diye
güneşi yüzüme, gölgesi peşime dolandı diye

Monday, October 25

bir nefes, bir adam

şimdi daha iyi kök salabilirsin toprağa gürçam.

artık ona daha yakınsın.

bunu da yaşadın,
bunu da gördün.
bu da geçti
herşey gibi
di mi?

Friday, October 15

fügü bekleyen fügiran


boyumu aşan gölgem önüme durdu.
yine de neşeliydim
kimse geçemez bunun önüne dedim
çünkü biliyorum o da
benimle aynı takım yıldızı tuttu.

Friday, October 8

meridyen




foto by denisolas

Tuesday, October 5

kum

"buralar bozkırdır ağaç pek olmaz" dedi
"poyraz tuz savurur tepelere denizden."
gözümü kıstım, gülümsedim,
kalmadığım yerden devam ettim,
zaten anlamı olur mu
ne başı varken ne sonu

Sunday, October 3

and I'm happy again

şimdi bu gece aklımdan geçenleri bir bir yazsam her şey çözülecekti belki. ama bilgi ulaşıldıkça değersizleşiyor gözümde. bilinen her şey çok sıkıcı.
 iskenderiye neden yandı sanıyosunuz.
benim için. ben bilmeyeyim diye. cahil kalayım diye.
saadet için a dostlar.

Friday, October 1

to beat or not to beat

foto by aleksi

Wednesday, September 22

günlerden bir gün


GECENİN BİRİ

Saturday, September 18

sonyaz




inanmış gibi yaptı.
ama o da haklı şimdi.
herşeyi mevsime bağlayamayız ki.

sonra ikimizde susmuşuz farketmeden.
elvis başlamış,
hüzünle kalkıp huzurla oturmasını bilen bir şarkı
blue moon

Tuesday, September 14

güneş de batarsa
hiçbirşey gözümde değil artık
*pek çokları gibi foto otto

Wednesday, September 1

filim irfan

eğer gerçek bir aşk filmi olma niyetin varsa, güneşi parlayan bir kış sabahı başlamanı öneririm.
yok ben romantik komediyim dersen yaz uygun olur.
bağımsız sinema filmiysen ne zaman olursa olsun çok konuşma ve sondan başla.
ama öncekilerin gişelerine nasiplenen vasati bir devam filmiysen o zaman iş başka.
zaten tüm hayalkırıklıkları peşin peşin hükmedecek
o yüzden bence sen hiç başlama.

Monday, August 30

the mark on the wall

cümlelerin önce vurulup sonra nasıl yorulduğunu anlatan bi makale yazmam gerekirken ben dalmışım duvara woolf gibi.

körebe

bir seferinde tüm fotoğraflarımı yığdım önüne.
beni gör diye.

Friday, August 27

izotermal

demiştim ya bazı anıların rengi olur.
bu saatlerde yüzün mavi olur ama sen bilmezsin.
bu saatler ankara soğuk olur, fırının önünde servis beklerken bile.
bu soğukta hava mavi olur ve ekmek kokar.
bir de tıka basa servsi beklemek var. bu saatte burnum üşürdü sokakta ve sesinin buharı mavi olur uykuluyken.
hatırladın mı beyaz dolucalı bir gecenin sabahı fırının önünden binmemiştim servise. edebiyatın önünde çay ve bir iki kitapla ayılmıştık.
çay bitince köpük bardağı kemirirdim. bunu bilirsin ama.
nedense o sabah sarı kalmış aklımda.
nedense o sabah kalmış aklımda.

Wednesday, August 25

zemherir


is all that we see or seem 
but a dream within a dream?
şiir: e.a. poe
desen: o.b.
foto: otto

Tuesday, August 24

öyle işte


kelime kelime kelime kelime...
gerek yok o kadar yoğurmaya. aldığı kadar un, aldığı kadar su.

aldığı kadar söz, aldığı kadar son

ama çok konuştunuz hepiniz.
şimdi herkes kendine bir son bulsun.

bir ağıt

bir söz
uyandım.
terliydim, susamışım,
boynuma pamuk ipliği sarılı.
ve bir tabure ayağımın altında.
geriye baktığımda hep aklım kalıyor,
başucumdaysa kitabım.
başı sonundan belli.



bir soru
bizi zamana ve mekana bağlayan bunca şey mi kaybolmuşluk duygumuzun kaynağı?
bunlar olmasa aşar mıydık tüm bu kaygıları?
bunlar olmasa kızar mıydık bizi bekletenlere,
zamanına ve yerine uymadılar diye?


bir dilek
artık lafı sana dolandırmasam da
doğrudan bir başlık atsam içinde adın olan
ya da artık boşlukları doldurma derdinde olmasam,
ya da sen o boşluklar olmasan
ve gelen geçse

falan filan
amaan!

*"kaigomai kaigomai" bir ağıttır
kimi yakar; kimi dinledikçe yanar.

Monday, August 16

explanation of a misunderstanding

şimdi ben anlamıyorum,
birçoklarının geçmişle alıp veremediği ne.
gelecek heyecan verici, merak uyandırıcı, yepyeni ufuklar, bilinmeyen, falan filan, klişe neyim, bla bla bla...
gelecek savaşçılarına sorarım;
her başımıza gelen yeniden şekillendirmiyor mu geçmişimizi?
mesela ben geçmişime karşı dayanılmaz bir heyecan içindeyim şimdi.
acaba iki yıl sonra dünki kaygılarıma ne gözle bakarım?
ya da bu* şarkı nasıl gelir kulağıma 4 ay sonra?
gelecek ölü. hareketsiz, bilinmeyen bir karanlık. ama geçmiş öyle mi? her anının bir rengi yok mu?
geçmiş oynak, hem nazlı hem aşifte. geçmiş bizim köy.

evet böyle.
hayır ben tarihten anlamam.

*bu şarkı başlıktaki şarkı, söyleyeni de lull.

Sunday, August 15

-

"...ama ben hiç
bir erkeğe
kaldırabileceğinin daha fazlasını
kaldırıp atmadım..."

lale müldür

Tuesday, August 10

ben nasıl pagan oldum:



bu gece yıldızlar düşecek gökyüzünden.
kimbilir benden başka kimlerin umutlarıyla birlikte
bilinçardı ettiğim tüm anlar gözümün önünden kayacak bir bir
ve ben kabullenmek için mistik anlamlar yükleyeceğim her birine

gökdenizyerbulut

"...
gelecek bir şey yok artık.
bir daha ilkbahar olmayacak.
herkese kehanetidir bin yıllık takvimlerin.

ama yaz ve hani derler ya,
"yazdan kalma" diye, onlar da olmayacak
artık hiçbir şey gelmeyecek.

asla ağlamamalısın, der bir şarkı.
onun dışında
bir şey
diyen
kimse yok.
..."*
                   ingeborg bachman

Monday, August 9

WC


wedding ceremony

Sunday, August 8

9

yılın en sevdiğim günleri
nedense her günü ayrı bi anlamlıdır her sene
yıl boyu yaşadıklarıma anlam verdiğim dönemdir
kendime kalıp kararlar verdiğim günlerim hep bu ayın günleridir
bence benim yılbaşım eylül
sabırsızlıkla bekliyorum
şimdi cash'den "hurt" dinliyorum.

*fotoyu çeken ben değilim bir başkası

Wednesday, August 4

atasözü (şeref sözüdür)

terleyen adam işemez.

Monday, August 2

pencere güzeli (ya da "kaçıncı tekil?")

sesim hiç çıkmaz sanmış.
ama işte susamıyor insan bazen.
aklındaki konuyu değiştirmek için her an yeni bir taktik bulması lazım.
olmuyor yoksa.

teselliler rahatlatır mı sahi?
bir iz bıraktığını bilmek iyi gelirdi belki,
çok değil adımın yarısı kadar.

ama o da yetmez di mi?
tek heceyle kim kurtulmuş.
belki şanslı bir kaç emir eri,
duydukları ölüm emri;
öl!

hayır hayır bu da değiştirmez hiçbişeyi,
en iyisi konuyu değiştirmeli.
devamlı çevirimci kalanlar mesela,
hepsi zamane pencere güzeli.

aklımdaki konular gibi,
bekleşiyorlar pervazda dirsekleri.
biri geçer laflarız,
konu değişir belki.

kendime not

bazı alışkanlıklarımdan vazgeçmem gerekiyor.
eskiden kalmalar ve yeni gelenler.
mesela düz cümlelerle bi ömür geçmez.
aklım bu kadar karışıkken
bir de artık bu notları kendime tutmalıyım.
kimse okumuyor zaten.
ama nasıl?

Saturday, July 31

tarlakuşuna

beş harfe sığmaz mı artık sözlerin?
yüzün nerde?

KAFKA HIGH

it feels like a bug

Sunday, July 25

L'avventura

şu sahneye kadar iyi gitmişti herşey halbuki

gerçek kesit

dogma filmlenin başkahramanıyım her türlü.
böyle kırmızı kırmızı sivilcelerim ekranda.
tamam alıştım gözaltı torbalarıma
 ama
bari bi fon müziği olsa.

Saturday, July 24

anlam yüklü bulutlar

çizgi film kahramanları olsak yağmurla akardı boyalarımız,
böyle bulamaç gibi dolaşırdık etrafta.
ama ıslanmaktan ötesine geçemedik

Wednesday, July 21

inanç

"Santa Clause is dead."
"No he's not."

yedi yaşında bir çocuğa söylenecek son şey olduğunu bugün anladım.
mahiyetinin heybetini.

benden tüm noel baba yetimlerine gelsin:
"good friday" cocorosie.

Wednesday, July 7

ne var yani?

what's so funny 'bout peace, love, and understanding?

Monday, July 5

solda

çocukluğumda hep bu saatlerde çıkardık yola.
sonra haliyle güneş yükselirdi.

Tuesday, June 29

dırdır

insanlık sonunu geniş zamanla yazdı
hiçbirşey bu kadar geniş zamanlar ve kalabalık kitleler için geçerli olamazdı aslında.
kanun dediğin geniş zamanlı, norm dediğin geniş zamanlı, gazete haberleri, masallar...

yani:

de(con)struction of a delusion in impersonal present simple

Monday, June 28

küpe

her speech bir acttir.

Monday, June 21

ne yaptım?

bir nalbur ve bir bakkalla sohbet ettim.
yere düşmüş çatalı birisiyle aynı anda farkettim.
bugün bir çıkmaz sokağa girdim
sahanda yumurta yedim
ve otobüste uyuya kalmış amcanın burnunun ucundan ter damlayışını izledim.
ben bugünü yaşadım.

ne mi yapmadım?
beşinci kattan atlamadım.

Friday, June 18

and if young nigel says he is happy
he must be happy
he must be happy

Monday, June 14

bigudi

ne güzel söylemesi. bence daha sık kullandığımız bi kavramın adı olmalıydı. mesela dolmuş yerine bigudi demeliydik. ya da kahvaltı... ama yok kahvaltı kalsın o da güzel.

evet bigudi..
güne yeni başlamak gibi.
yeni güne başlamak gibi.
uyumak uyanmak gibi.
süt gibi
bigudi

Sunday, June 13

hatırlıyor musun?

halbu ki 
tüm güzel masalları 
bi tiyatro sahnesinde dinlemiştim o sabah, 
uçurumun kıyısında.

Wednesday, June 9

son bir nefes

ha gayret!
bir nefes daha,
bu sefer daha derine.
belki de kuma batarım
su bulanır.

Sunday, June 6

hafif meşrep

öyle yağıyor işte.
güne anlamını katıyor,

o öyle yağınca
bi çok şey anlamını yitiriyor.

Friday, June 4

sonsuzlukta bir gün


ぎっちん あま むつずん ばぜんで うむつずん

Monday, May 31

akıl kârı


tabii ki eşitiz ikimizde,
ikimizde rafta saklıyoruz şapkalarımızı
ikimizin de perdesi kan kırmızı
ikimizin de dudağında aynı gülüş
aynı uçuk
sende de, bende de 
aynı suç

hep aynı
suçluluk

Friday, May 28

Sunday, May 23

değişen hiç bişey yok di mi?

belki sadece birkaç çizgi.
o da aslında sadece kendimize farklı göründüğümüzün göstegesi.

Tuesday, May 18

anlıyorum ve devam etmek istiyorum.

bu başlıkla bir yazı ne zamandır aklımdaydı.
altını dolduracak şeyler ama hiç yakışamadı bi türlü başlığa.
tek kalsa... işte tek kalacaktı.
smooth doldurmuş altını, yazık ki yorumsuz kalıyo yazıları.

 şu zamanlarımın mottosu oldu...

anlıyorum ve devam etmek istiyorum.
--------------------------------------------------------------------------

 tekrar ve her zamanki gibi ısrarla

 anlıyorum ve devam etmek istiyorum

                                    inadına ve apaçık

                                     anlıyorum

                                                    bile bile

                                                    devam etmek istiyorum

Sunday, May 16

posta kutundaki baykuş

o nisan, yıllar sonra anılarına çerçeve olacak şehrin resmini çizerken aklında,
ve hayat, acemisine temkinli yaklaşırken, sen izini kaybettiriyorsun.

ben günün tam orta yerinde, harcadığımı sandığım yılların kıymetini anlıyorum sanki.
kaygılarım tam da kıvamındayken, sen adres değiştiriyorsun.

benzer bi akşamüstü, güneş bu kuru şehre sadece camlardan yansırken,
o iç içe geçmiş küçük çerçevelerin birinden, ben, acemice,

nefes alıyorum, veriyorum.

yine de engel olamıyorum.
ben onu özgür bıraksam da, yine geliyor posta kutuna saklanıyor.

buradaki tek yazık, üstgeçitteki adamın çektiği filmi izleyememiş olmamız.
ve de o pardesülü kadın gibi birbirimizi kalabalığa karıştırmamız.

Tuesday, May 11

on mayıs ikibinon

Vespucci yeni dünyaya açılırken tarihin farkında mıydı sanki?
ya ben?
Mayıs Gülü sokağın köşesinden geçerken nereden bileydim mayısın onuncu gününde olduğumu.

bu tarihi her yaşadığında aklında bir kıpırtı olacak bir kişi varsa bundan sonra, o da baykaldır heralde.

yoksa kime ne ki?

Wednesday, April 28

allophony

bu yaşanan öncekinin ve şimdikinin enkarnasyonu 
olamaz, 
ne tırtıldı, ne de kelebek,
olan ve olacak 
sadece ete bürünen gölgedir
ve herkes bilir,
insanın bazen,
gece düşer gölgesi 
peşine

Wednesday, April 21

bu akşam neler oldu sorması ayıp?

kimlerin deyişleri, ne "quotations" ne...
mesela otobüste Marks'dan öyle bi alıntılar ki cümleyi, satır sonu kesme işaretinin bile kokusu gelir.
ya da ne replikler, nasıl satırlar, mısralar kalır akıllarda, ne güzel pazarlanır bunlar sofralarda...

benimse aklımda ne baudlelaire kalır o kadar kitabından, ne de bir antonioni repliği.
ben alsam alsam şöyle şeyler çeker alırım koca koca diyarlardan, şöylesi yer eder dimağımda pişkin pişkin, kıçını yaya yaya:

"bizim evde digi-turk var söylemesi ayıp."

Friday, April 16

sadece

havanın bu kadar güzel olduğu ilk ilkbahar gününde
parklardaki bankların yapış yapış boyanmasını emreden insanlarla
aynı şehirde yaşamaktan dolayı buruktu bakışlarım.

yüzümün yeryüzüne pararel düşmesinin
gerçekten başka bir sebebi yoktu.

Saturday, April 3

üç ses, bir gece


s
kaplumbağalar üzerinde mumlar var imiş bir zamanlar

g
ve ışık hızıyla akarmış zamanlar

d
zaman zaman, zaman zaman, hmm o zaman...

Sunday, March 21

ekinoks

artık kaldırımın güneşli tarafından yürüdüğümüz mevsimdeyiz

Wednesday, March 17

faili güneş

şimdi güneş halıya vururken,
kediyi de devirmiş bir hamlede, olduğu yere

ve şimdi güneş yüzüme vururken
 vurduğu yer kızarırken,
gözümü alırken,
içimi açarken,
ve bunların hepsini perdenin aralığından
sinsice odama sızıp yaparken
kim soracak hesabını?

 bulut mu?

Tuesday, March 16

muzip

iç ses: aman tanrım!
dış ses: ama zeus'un göbek deliği varmış!?

Sunday, March 14

içtima

solumda sonsuz deste var. iskambil destesi. ben sayıyorum. bir saniye, iki saniye, üç saniye, dört saniye, ellidokuz saniye, bir dakika. desteyi lastikleyip, solumdaki yığına ekliyorum. ben saydıkça sağımda yenileri beliriyo ama ben sadece bir bir sayabiliyorum. bir saniye, iki saniye...

bir abaküs var bu sefer. sağı sonsuz, solu sonsuz. her altmış boncukta bir renk değişiyo. saydıkça bir sola kaydırıyosun boncukları. bir saniye, iki saniye, üç saniye, dört saniye, beş saniye, ellidokuz saniye...

evin önündeyim kimsecikler yok, elim alnımda apartmanın duvarına dayıyorum başımı. gözümü yumup başlıyorum saymaya, bir saniye, iki saniye, üç saniye, dört saniye, beş saniye, ellibeş saniye... bu sırada hayat çalılıklara çoktan saklanmış.

elimde kağıt kalem, isimler sayıyorum, şehirler, hayvanlar ve anılar... bir isim, bir şehir, bir anı...
ama hayat  yumuşak g'yi seçiyo başlamam için.

Sonra tavla oynuyoruz, o aldığı kapıları sayıyo, ben kırıklarımı.

Saturday, March 13

Tansık

e sen burdaysan aksın nerde?


tamam kabul. muhakkak bir anlamı vardır. ama bu senkronizasyon mudur her ne ise olsun artık. mesela beden ile ruh eşzamanlı var oluyor imiş, e bunun eşanlamlısı da mucizedir herhalde.
o zaman, düşüncem çağırsın artık bu mucizeyi. eşleşsin bu başıma gelenler de, ben de bir anlam çıkarayım. yoksa ruhum ivedilikle bedenimden çıkabilir endişesindeyim.
ya aklım, ya fikrim hangisi bilemiyorum, ama birinden birinin ritmi kaçırdığı kesin. eş değil, çift görür oldum blog.

allahtan sıcaksu torbası ve içindeki sıcak su ve suyun sıcaklığı ve tabi ayaklarım aynı anda aynı yerde olabilme şansını yakalayabildiler. yoksa beklediğim mucize bu mu blog?


*ve hayır fizikten de anlamam, ben sadece kurbanım.

Friday, March 12

holley:)

yaşasın yeni firefox!
yaşasın çilekli benekli pencerem:)

Wednesday, March 10

düşeceksek öyle ya da böyle

yollara düşsek bi güzel şöyle :)

Friday, March 5

a dream of no importance

sokakta kaygılı bir koşuşturmaca. Yüksek tavanlı bir handa yeşil berjerlere oturmuş sohbet ediyoruz.
ben rahatsızım, insanlar yerlerinden yurtlarından edilirken biz laklaktayız. Karşımda oturan kır saçlı adam göz çukurlarının derinlerinden bana baktı. Ütülü pantolonunun içinde uzanan cılız bacaklarından birini ötekinin üzerine yerleştirdi, sarma sigarasını yakarken ateşiyle yüzünü ancak seçebiliyordum. ama biliyorum; o benim aynadaki yansımam. Öyle mistik bir sebebi yok, sadece onunda kalbi kendi kalbim gibi solumda kalıyor. yani iç organları farklı organize olmuşlar.

ağzından son çıkan söz sigara dumanıyla havada süzüldü
"herkes kendi koşulunu yaş..."
cümlesini bitiremeden yüzünde patlayan flaş heryeri aydınlattı, takımı da saçları gibi griydi.
ama buruşuk yanaklarındaki kırmızı lekelere anlam veremedim.
bu yanık kokusu da kiprit kokusuna benzemiyordu.

biraz kıpırdanınca farkettim, kalbim artık sağ tarafımda kalıyordu
 yaklaşık bir metre kadar uzakta...
...
rüyaların tek kişilik gösterimler olması ne üzücü

Thursday, March 4

allegro

Müzikle alakası yok. Ben müzikten anlamam. Bu bi film. hafızamıza yabancılaşmamız.
kader sekmesi değil de bilinç sekmesi bence.
bir yottabayt'lık bir hard-drive'ın en en en en derinlerinde bekleyen sinsi anlar,
söyleyeni sen olmasan da nedense sadece senin depoladığın sözler

"tırnak" içinde fısıldaşırlar...

formatlayabilirsen, olacak şeyin adına "allegro" derim.

*edit: beethoven 5. senfonisi de bize filmin etkisini yaşatıyor olabilir / olmayabilir

Tuesday, March 2

arayış

 mesela karşımdaki ormanın öte yanında dolunayın yansıyacağı bir deniz arayışı,
veya defterimin arasında kurutabileceğim bir çiçek arayışı
ya da sevmediğim şeyleri yapmama engel olacak bir mani arayışı

ve buluşu

Mani:
ah ne karanlık günlerdi,
ne de güzel bahar geldi.

Monday, March 1

Thursday, February 25

...

 

...
"üç nokta"da aslında  iki nokta ve bir kanca var (takabildiğine)

Monday, February 22

pervane

bugün de sabah oldu.

*sahi ya Seynan Levent ne alemdedir acaba?

Friday, February 19

gel zaman, git zaman

 
" bak gözümü kırptım, her şey geçti gitti
yarın dündür, dünse daha gelmedi."
demiş Melih Cevdet

Wednesday, February 17

sıcak güneş ve ılık gölgesi


sıcak çay ve ılık elleri

Thursday, February 11

lodos

ne de güzel esti bu akşam,
ben hayatımın neresindeyim onu bile bilmez iken.

Pierrot der ki;

 "İzne ayrılmış ölüleriz biz. Peki ağaçlar?"

*edit:  ah deli pierrot, patla e mi!

Tuesday, February 9

Saturday, February 6

koyu çizgili

ciğerlerimden toprak çıkmıyor ya öksürünce
kan kusmuyorum sorulan hesaplara
namus aranılan listesinde yok bildiklerimin
ama nedense gözlerim hala ıslak
kurutmaya utandığım gözyaşlarım
sesleniyor her tuşa basışımda
"aktım ben artık sen gerisine bak" diye

yine de doymuyor bu iştah
kan istiyor açıkça

rengi ne olursa olsun

Thursday, February 4

mesela

sahne im juli ile başlasa, fonda blue moon, kahramanlarımız tuna sularında güneye akarken...
sonra gökyüzü birden aydınlansa. heaven'la devam etse mesela. bu sefer adem ve havva uzanmışlar altına ağacın, birbirlerini kabulleniyorlar.
Sonrasında bitişi Nettoyage à sec ile yapabiliriz mesela, bu sefer çiftimiz yüzlerinde sonuna kadar sahiplendikleri bir ifadeyle başları dik yürüdükleri yöne bakarak ilerler ve film biter.

yaşadıklarımdan çok azı aklımda kalırken, böylesi kareler daha çok yer kaplıyor mesela.
ben yaşamışım (sanki)

Saturday, January 30

gözlerimin doluluk oranı

sarhoş bir ağız
ne anlatır insana
hangi kelimeler dolanır diline
hangileri kalır ucunda
gerek yoktu der söylenmeye


dürüst bi ses
neler bırakır akılda
şimdiki zamanları yuvarladıkça
her kelimenin sonunda
kör kütük koksa da
duyulanlar unutulmaz
duyan tutunabilsin diye gerçeğe


suskun bi yüz
ne bırakır geride
sabaha saklananlar
hiç çarpmaz mı gözüne
bakışlar ertelendikçe
kim kalır yanında
kavramak için avuçlarının arasında

yorgun bi göz
kime bakar, nelere dalar
kendi tuzlu suyundan başka

Thursday, January 28

bu gece uyu, artık herşey beyaz olacak

böyle beyaz bi sabahta ne yapılabilir ki?

en sıcak kazaklardan birini giy, iki kat çorap.
atkı ve eldiven, tırbişon ve herşey tamam.
şarabı yoldan alırsın.

seğmenlere yürüyüş ve işte koca koca binaların yolların arasında sessizce uzanan vadinin heybeti, yeşil beyaz çamlar, çatılar...

-- neyse ben bugünlük pencereden seyredeyim

Monday, January 25

petek



Fonda ıslıkla bir şarkı, kafamda sarı hasır şapka siyah anlımda boncuk boncuk terler. Bez mendilimle sildim alnımdaki karayı. Teri emdi mendil ama karası gitmedi. Şaşırmadım zenciyim çünkü. Yolun sağına mı sapsam soluna mı diye düşünürken bu sahnenin filmin son sahnesi olduğunu hatırladım. Set görevlileri de sıkılmıştır uzatmamak lazım. Ama bu baskı altında düşünemiyorum ki. Aklım çok dağınık, dile dökersem daha netleşir diye düşündüm. Çatalın başında, alnımda sıcak, denedim; dökülen iki kelimeydi; “ve fakat”. Çok imreniyorum bu iki kelimeyi yan yana kullanabilenlere. Sanırım sağımda uzanan ufuk “ve”, solumun sonu ise “fakat”. Ağzımın kenarını da aynı mendille sildim, kırıntılar gitti ama kelimeler kaldı. Şaşırmadım kadınım çünkü. Bu sahneyi iyi biliyorum montajda iç sesi konuşturacak yönetmen, oscar wilde’ı duyacak omuzumun üstünden yola bakan seyirci. “bir insan kendi kimliğiyle konuşurken pek az kendisi gibidir. Ona bir maske verilirse gerçeği anlatır.” Benim içimden geçen bu değil ama. Bir yolun ayrılabilmesi benim düşündüğüm. 1=2
Cümleleri de böyle yarıyoruz ikiye, kuruyan dudaklarım gibi.

Saturday, January 16

aylak adam



İki saat sonra kalabalığın içinde, sinemadan bir dar sokağa çıkan sanki başka birisiydi. Düşünüyordu: “Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umuluyor. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar. Saatine baktı: Dört buçuğa beş vardı. “Eve gidip okusam.” Durağa yürüdü. “Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. Sokağa hep birden çıksınlar…”

yusuf atılgan

Friday, January 15

with every mistake
we must surely be learning
still my guitar gently weeps

out of the blue









bu güne de böyle başla.
out of the blue bi yüz ifadesi,
sokak mı ev mi ikilemi
bi fincan çay
hala şaşkınsın bu haline,
neden bugün?
bunca karanlık gecelerden ve sabahlardan sonra neden bu sabah seçti yüzün bu ifadeyi?
ve bir şarkı: out of blue

:)

Wednesday, January 13

her brown eyes blew goodbyes

çimlere uzandık. başının altında kolu, uzun dalgalı saçları ve kırmızı montu, sordu; herşeye rağmen mi?
evet dedim, ne olursa olsun.
nasıl anlaşılır peki dedi.
"hala" ile dedim.
? anlamadı sanırım ama hala gözümün içindeydi kahverengi bakışları.
hala ile başlayabiliyorsa cümleleriniz, yıllar sonra, sözler sonra, tüm olanlardan sonra halalı cümleler kurulabiliyorsa, anlarsın dedim.

hala çimlere uzanmış gözünün içine bakabiliyorsam ve hala kaçmıyorsa baktığım gözler o zaman anlar mıyım yani?

evet. o zaman emin ol ki siz kaybolmadınız birbirinize.

önemli olan da bu di mi?

evet bu. demek ki arkadaşsınız siz birbirinize.

dostluk böyle bilinir di mi.

böyle bilinir. hala testiyle.
hala sözler değil,
ama gözümü dolduran gözlerse hatırladığım bu konuşmadan,
hala çimenlerin yeşili
ve esen rüzgarsa aklımdaki
ve güvense bana karşımdakinin sıfatı...
o zaman bilirim sen;
beni lanetleyen
ve bir rüyada bozan bu laneti.

teşekkürler

yüzünden başlasam gitmeye uzaklara


Tuesday, January 5

aslında

değişen pek bir şey yok. belki sadece ben biraz daha iyi niyetliyim o kadar...

bir çift gardenya...