abrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabulrakadabrabrakadabrabenirakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabeklerabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabirsonrakiabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabracemreyekadabrabrakadarbrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabrabrakadabra
Monday, December 20
Saturday, December 11
Wednesday, November 24
günah keçisi
demekten vazgeçtim çünkü şu geldi aklıma
I hurt myself today
to see if I still feel
Thursday, November 4
Monday, October 25
Friday, October 15
Friday, October 8
Tuesday, October 5
Sunday, October 3
and I'm happy again
şimdi bu gece aklımdan geçenleri bir bir yazsam her şey çözülecekti belki. ama bilgi ulaşıldıkça değersizleşiyor gözümde. bilinen her şey çok sıkıcı.
iskenderiye neden yandı sanıyosunuz.
benim için. ben bilmeyeyim diye. cahil kalayım diye.
saadet için a dostlar.
iskenderiye neden yandı sanıyosunuz.
benim için. ben bilmeyeyim diye. cahil kalayım diye.
saadet için a dostlar.
Friday, October 1
Wednesday, September 22
Saturday, September 18
sonyaz
inanmış gibi yaptı.
ama o da haklı şimdi.
herşeyi mevsime bağlayamayız ki.
sonra ikimizde susmuşuz farketmeden.
elvis başlamış,
hüzünle kalkıp huzurla oturmasını bilen bir şarkı
blue moon
Wednesday, September 1
filim irfan
eğer gerçek bir aşk filmi olma niyetin varsa, güneşi parlayan bir kış sabahı başlamanı öneririm.
yok ben romantik komediyim dersen yaz uygun olur.
bağımsız sinema filmiysen ne zaman olursa olsun çok konuşma ve sondan başla.
ama öncekilerin gişelerine nasiplenen vasati bir devam filmiysen o zaman iş başka.
zaten tüm hayalkırıklıkları peşin peşin hükmedecek
o yüzden bence sen hiç başlama.
yok ben romantik komediyim dersen yaz uygun olur.
bağımsız sinema filmiysen ne zaman olursa olsun çok konuşma ve sondan başla.
ama öncekilerin gişelerine nasiplenen vasati bir devam filmiysen o zaman iş başka.
zaten tüm hayalkırıklıkları peşin peşin hükmedecek
o yüzden bence sen hiç başlama.
Monday, August 30
the mark on the wall
cümlelerin önce vurulup sonra nasıl yorulduğunu anlatan bi makale yazmam gerekirken ben dalmışım duvara woolf gibi.
Friday, August 27
izotermal
demiştim ya bazı anıların rengi olur.
bu saatlerde yüzün mavi olur ama sen bilmezsin.
bu saatler ankara soğuk olur, fırının önünde servis beklerken bile.
bu soğukta hava mavi olur ve ekmek kokar.
bir de tıka basa servsi beklemek var. bu saatte burnum üşürdü sokakta ve sesinin buharı mavi olur uykuluyken.
hatırladın mı beyaz dolucalı bir gecenin sabahı fırının önünden binmemiştim servise. edebiyatın önünde çay ve bir iki kitapla ayılmıştık.
çay bitince köpük bardağı kemirirdim. bunu bilirsin ama.
nedense o sabah sarı kalmış aklımda.
nedense o sabah kalmış aklımda.
bu saatlerde yüzün mavi olur ama sen bilmezsin.
bu saatler ankara soğuk olur, fırının önünde servis beklerken bile.
bu soğukta hava mavi olur ve ekmek kokar.
bir de tıka basa servsi beklemek var. bu saatte burnum üşürdü sokakta ve sesinin buharı mavi olur uykuluyken.
hatırladın mı beyaz dolucalı bir gecenin sabahı fırının önünden binmemiştim servise. edebiyatın önünde çay ve bir iki kitapla ayılmıştık.
çay bitince köpük bardağı kemirirdim. bunu bilirsin ama.
nedense o sabah sarı kalmış aklımda.
nedense o sabah kalmış aklımda.
Wednesday, August 25
Tuesday, August 24
öyle işte
kelime kelime kelime kelime...
gerek yok o kadar yoğurmaya. aldığı kadar un, aldığı kadar su.
aldığı kadar söz, aldığı kadar son
ama çok konuştunuz hepiniz.
şimdi herkes kendine bir son bulsun.
bir ağıt
bir söz
uyandım.
terliydim, susamışım,
boynuma pamuk ipliği sarılı.
ve bir tabure ayağımın altında.
geriye baktığımda hep aklım kalıyor,
başucumdaysa kitabım.
başı sonundan belli.
bir soru
bizi zamana ve mekana bağlayan bunca şey mi kaybolmuşluk duygumuzun kaynağı?
bunlar olmasa aşar mıydık tüm bu kaygıları?
bunlar olmasa kızar mıydık bizi bekletenlere,
zamanına ve yerine uymadılar diye?
bir dilek
artık lafı sana dolandırmasam da
doğrudan bir başlık atsam içinde adın olan
ya da artık boşlukları doldurma derdinde olmasam,
ya da sen o boşluklar olmasan
ve gelen geçse
falan filan
amaan!
uyandım.
terliydim, susamışım,
boynuma pamuk ipliği sarılı.
ve bir tabure ayağımın altında.
geriye baktığımda hep aklım kalıyor,
başucumdaysa kitabım.
başı sonundan belli.
bir soru
bizi zamana ve mekana bağlayan bunca şey mi kaybolmuşluk duygumuzun kaynağı?
bunlar olmasa aşar mıydık tüm bu kaygıları?
bunlar olmasa kızar mıydık bizi bekletenlere,
zamanına ve yerine uymadılar diye?
bir dilek
artık lafı sana dolandırmasam da
doğrudan bir başlık atsam içinde adın olan
ya da artık boşlukları doldurma derdinde olmasam,
ya da sen o boşluklar olmasan
ve gelen geçse
falan filan
amaan!
*"kaigomai kaigomai" bir ağıttır
kimi yakar; kimi dinledikçe yanar.
Monday, August 16
explanation of a misunderstanding
şimdi ben anlamıyorum,
birçoklarının geçmişle alıp veremediği ne.
gelecek heyecan verici, merak uyandırıcı, yepyeni ufuklar, bilinmeyen, falan filan, klişe neyim, bla bla bla...
gelecek savaşçılarına sorarım;
her başımıza gelen yeniden şekillendirmiyor mu geçmişimizi?
mesela ben geçmişime karşı dayanılmaz bir heyecan içindeyim şimdi.
acaba iki yıl sonra dünki kaygılarıma ne gözle bakarım?
ya da bu* şarkı nasıl gelir kulağıma 4 ay sonra?
gelecek ölü. hareketsiz, bilinmeyen bir karanlık. ama geçmiş öyle mi? her anının bir rengi yok mu?
geçmiş oynak, hem nazlı hem aşifte. geçmiş bizim köy.
evet böyle.
hayır ben tarihten anlamam.
*bu şarkı başlıktaki şarkı, söyleyeni de lull.
birçoklarının geçmişle alıp veremediği ne.
gelecek heyecan verici, merak uyandırıcı, yepyeni ufuklar, bilinmeyen, falan filan, klişe neyim, bla bla bla...
gelecek savaşçılarına sorarım;
her başımıza gelen yeniden şekillendirmiyor mu geçmişimizi?
mesela ben geçmişime karşı dayanılmaz bir heyecan içindeyim şimdi.
acaba iki yıl sonra dünki kaygılarıma ne gözle bakarım?
ya da bu* şarkı nasıl gelir kulağıma 4 ay sonra?
gelecek ölü. hareketsiz, bilinmeyen bir karanlık. ama geçmiş öyle mi? her anının bir rengi yok mu?
geçmiş oynak, hem nazlı hem aşifte. geçmiş bizim köy.
evet böyle.
hayır ben tarihten anlamam.
*bu şarkı başlıktaki şarkı, söyleyeni de lull.
Sunday, August 15
Tuesday, August 10
ben nasıl pagan oldum:
bu gece yıldızlar düşecek gökyüzünden.
kimbilir benden başka kimlerin umutlarıyla birlikte
bilinçardı ettiğim tüm anlar gözümün önünden kayacak bir bir
ve ben kabullenmek için mistik anlamlar yükleyeceğim her birine
gökdenizyerbulut
"...
gelecek bir şey yok artık.
bir daha ilkbahar olmayacak.
herkese kehanetidir bin yıllık takvimlerin.
ama yaz ve hani derler ya,
"yazdan kalma" diye, onlar da olmayacak
artık hiçbir şey gelmeyecek.
asla ağlamamalısın, der bir şarkı.
onun dışında
bir şey
diyen
kimse yok.
..."*
ingeborg bachman
Monday, August 9
Sunday, August 8
9
yılın en sevdiğim günleri
nedense her günü ayrı bi anlamlıdır her sene
yıl boyu yaşadıklarıma anlam verdiğim dönemdir
kendime kalıp kararlar verdiğim günlerim hep bu ayın günleridir
bence benim yılbaşım eylül
sabırsızlıkla bekliyorum
şimdi cash'den "hurt" dinliyorum.
*fotoyu çeken ben değilim bir başkası
Wednesday, August 4
Monday, August 2
pencere güzeli (ya da "kaçıncı tekil?")
sesim hiç çıkmaz sanmış.
ama işte susamıyor insan bazen.
aklındaki konuyu değiştirmek için her an yeni bir taktik bulması lazım.
olmuyor yoksa.
teselliler rahatlatır mı sahi?
bir iz bıraktığını bilmek iyi gelirdi belki,
çok değil adımın yarısı kadar.
ama o da yetmez di mi?
tek heceyle kim kurtulmuş.
belki şanslı bir kaç emir eri,
duydukları ölüm emri;
öl!
hayır hayır bu da değiştirmez hiçbişeyi,
en iyisi konuyu değiştirmeli.
devamlı çevirimci kalanlar mesela,
hepsi zamane pencere güzeli.
aklımdaki konular gibi,
bekleşiyorlar pervazda dirsekleri.
biri geçer laflarız,
konu değişir belki.
ama işte susamıyor insan bazen.
aklındaki konuyu değiştirmek için her an yeni bir taktik bulması lazım.
olmuyor yoksa.
teselliler rahatlatır mı sahi?
bir iz bıraktığını bilmek iyi gelirdi belki,
çok değil adımın yarısı kadar.
ama o da yetmez di mi?
tek heceyle kim kurtulmuş.
belki şanslı bir kaç emir eri,
duydukları ölüm emri;
öl!
hayır hayır bu da değiştirmez hiçbişeyi,
en iyisi konuyu değiştirmeli.
devamlı çevirimci kalanlar mesela,
hepsi zamane pencere güzeli.
aklımdaki konular gibi,
bekleşiyorlar pervazda dirsekleri.
biri geçer laflarız,
konu değişir belki.
kendime not
bazı alışkanlıklarımdan vazgeçmem gerekiyor.
eskiden kalmalar ve yeni gelenler.
mesela düz cümlelerle bi ömür geçmez.
aklım bu kadar karışıkken
bir de artık bu notları kendime tutmalıyım.
kimse okumuyor zaten.
ama nasıl?
eskiden kalmalar ve yeni gelenler.
mesela düz cümlelerle bi ömür geçmez.
aklım bu kadar karışıkken
bir de artık bu notları kendime tutmalıyım.
kimse okumuyor zaten.
ama nasıl?
Saturday, July 31
Sunday, July 25
gerçek kesit
dogma filmlenin başkahramanıyım her türlü.
böyle kırmızı kırmızı sivilcelerim ekranda.
tamam alıştım gözaltı torbalarıma
ama
bari bi fon müziği olsa.
böyle kırmızı kırmızı sivilcelerim ekranda.
tamam alıştım gözaltı torbalarıma
ama
bari bi fon müziği olsa.
Saturday, July 24
anlam yüklü bulutlar
çizgi film kahramanları olsak yağmurla akardı boyalarımız,
böyle bulamaç gibi dolaşırdık etrafta.
ama ıslanmaktan ötesine geçemedik
böyle bulamaç gibi dolaşırdık etrafta.
ama ıslanmaktan ötesine geçemedik
Wednesday, July 21
inanç
"Santa Clause is dead."
"No he's not."
yedi yaşında bir çocuğa söylenecek son şey olduğunu bugün anladım.
mahiyetinin heybetini.
benden tüm noel baba yetimlerine gelsin:
"good friday" cocorosie.
"No he's not."
yedi yaşında bir çocuğa söylenecek son şey olduğunu bugün anladım.
mahiyetinin heybetini.
benden tüm noel baba yetimlerine gelsin:
"good friday" cocorosie.
Wednesday, July 7
Monday, July 5
Tuesday, June 29
dırdır
insanlık sonunu geniş zamanla yazdı
hiçbirşey bu kadar geniş zamanlar ve kalabalık kitleler için geçerli olamazdı aslında.
kanun dediğin geniş zamanlı, norm dediğin geniş zamanlı, gazete haberleri, masallar...
yani:
de(con)struction of a delusion in impersonal present simple
hiçbirşey bu kadar geniş zamanlar ve kalabalık kitleler için geçerli olamazdı aslında.
kanun dediğin geniş zamanlı, norm dediğin geniş zamanlı, gazete haberleri, masallar...
yani:
de(con)struction of a delusion in impersonal present simple
Monday, June 28
Monday, June 21
ne yaptım?
bir nalbur ve bir bakkalla sohbet ettim.
yere düşmüş çatalı birisiyle aynı anda farkettim.
bugün bir çıkmaz sokağa girdim
sahanda yumurta yedim
ve otobüste uyuya kalmış amcanın burnunun ucundan ter damlayışını izledim.
ben bugünü yaşadım.
ne mi yapmadım?
beşinci kattan atlamadım.
yere düşmüş çatalı birisiyle aynı anda farkettim.
bugün bir çıkmaz sokağa girdim
sahanda yumurta yedim
ve otobüste uyuya kalmış amcanın burnunun ucundan ter damlayışını izledim.
ben bugünü yaşadım.
ne mi yapmadım?
beşinci kattan atlamadım.
Monday, June 14
bigudi
ne güzel söylemesi. bence daha sık kullandığımız bi kavramın adı olmalıydı. mesela dolmuş yerine bigudi demeliydik. ya da kahvaltı... ama yok kahvaltı kalsın o da güzel.
evet bigudi..
güne yeni başlamak gibi.
yeni güne başlamak gibi.
uyumak uyanmak gibi.
süt gibi
bigudi
evet bigudi..
güne yeni başlamak gibi.
yeni güne başlamak gibi.
uyumak uyanmak gibi.
süt gibi
bigudi
Sunday, June 13
hatırlıyor musun?
halbu ki
tüm güzel masalları
bi tiyatro sahnesinde dinlemiştim o sabah,
uçurumun kıyısında.
Wednesday, June 9
Sunday, June 6
Friday, June 4
Monday, May 31
akıl kârı
tabii ki eşitiz ikimizde,
ikimizde rafta saklıyoruz şapkalarımızı
ikimizin de perdesi kan kırmızı
ikimizin de dudağında aynı gülüş
aynı uçuk
sende de, bende de
aynı suç
hep aynı
suçluluk
Friday, May 28
Sunday, May 23
Tuesday, May 18
anlıyorum ve devam etmek istiyorum.
bu başlıkla bir yazı ne zamandır aklımdaydı.
altını dolduracak şeyler ama hiç yakışamadı bi türlü başlığa.
tek kalsa... işte tek kalacaktı.
smooth doldurmuş altını, yazık ki yorumsuz kalıyo yazıları.
şu zamanlarımın mottosu oldu...
anlıyorum ve devam etmek istiyorum.
--------------------------------------------------------------------------
tekrar ve her zamanki gibi ısrarla
anlıyorum ve devam etmek istiyorum
altını dolduracak şeyler ama hiç yakışamadı bi türlü başlığa.
tek kalsa... işte tek kalacaktı.
smooth doldurmuş altını, yazık ki yorumsuz kalıyo yazıları.
şu zamanlarımın mottosu oldu...
anlıyorum ve devam etmek istiyorum.
--------------------------------------------------------------------------
tekrar ve her zamanki gibi ısrarla
anlıyorum ve devam etmek istiyorum
inadına ve apaçık
anlıyorum
bile bile
devam etmek istiyorum
Sunday, May 16
posta kutundaki baykuş
o nisan, yıllar sonra anılarına çerçeve olacak şehrin resmini çizerken aklında,
ve hayat, acemisine temkinli yaklaşırken, sen izini kaybettiriyorsun.
ben günün tam orta yerinde, harcadığımı sandığım yılların kıymetini anlıyorum sanki.
kaygılarım tam da kıvamındayken, sen adres değiştiriyorsun.
benzer bi akşamüstü, güneş bu kuru şehre sadece camlardan yansırken,
o iç içe geçmiş küçük çerçevelerin birinden, ben, acemice,
nefes alıyorum, veriyorum.
yine de engel olamıyorum.
ben onu özgür bıraksam da, yine geliyor posta kutuna saklanıyor.
buradaki tek yazık, üstgeçitteki adamın çektiği filmi izleyememiş olmamız.
ve de o pardesülü kadın gibi birbirimizi kalabalığa karıştırmamız.
ve hayat, acemisine temkinli yaklaşırken, sen izini kaybettiriyorsun.
ben günün tam orta yerinde, harcadığımı sandığım yılların kıymetini anlıyorum sanki.
kaygılarım tam da kıvamındayken, sen adres değiştiriyorsun.
benzer bi akşamüstü, güneş bu kuru şehre sadece camlardan yansırken,
o iç içe geçmiş küçük çerçevelerin birinden, ben, acemice,
nefes alıyorum, veriyorum.
yine de engel olamıyorum.
ben onu özgür bıraksam da, yine geliyor posta kutuna saklanıyor.
buradaki tek yazık, üstgeçitteki adamın çektiği filmi izleyememiş olmamız.
ve de o pardesülü kadın gibi birbirimizi kalabalığa karıştırmamız.
Tuesday, May 11
on mayıs ikibinon
Vespucci yeni dünyaya açılırken tarihin farkında mıydı sanki?
ya ben?
Mayıs Gülü sokağın köşesinden geçerken nereden bileydim mayısın onuncu gününde olduğumu.
bu tarihi her yaşadığında aklında bir kıpırtı olacak bir kişi varsa bundan sonra, o da baykaldır heralde.
yoksa kime ne ki?
ya ben?
Mayıs Gülü sokağın köşesinden geçerken nereden bileydim mayısın onuncu gününde olduğumu.
bu tarihi her yaşadığında aklında bir kıpırtı olacak bir kişi varsa bundan sonra, o da baykaldır heralde.
yoksa kime ne ki?
Wednesday, April 28
allophony
bu yaşanan öncekinin ve şimdikinin enkarnasyonu
olamaz,
ne tırtıldı, ne de kelebek,
olan ve olacak
sadece ete bürünen gölgedir
ve herkes bilir,
insanın bazen,
gece düşer gölgesi
peşine
Wednesday, April 21
bu akşam neler oldu sorması ayıp?
kimlerin deyişleri, ne "quotations" ne...
mesela otobüste Marks'dan öyle bi alıntılar ki cümleyi, satır sonu kesme işaretinin bile kokusu gelir.
ya da ne replikler, nasıl satırlar, mısralar kalır akıllarda, ne güzel pazarlanır bunlar sofralarda...
benimse aklımda ne baudlelaire kalır o kadar kitabından, ne de bir antonioni repliği.
ben alsam alsam şöyle şeyler çeker alırım koca koca diyarlardan, şöylesi yer eder dimağımda pişkin pişkin, kıçını yaya yaya:
"bizim evde digi-turk var söylemesi ayıp."
mesela otobüste Marks'dan öyle bi alıntılar ki cümleyi, satır sonu kesme işaretinin bile kokusu gelir.
ya da ne replikler, nasıl satırlar, mısralar kalır akıllarda, ne güzel pazarlanır bunlar sofralarda...
benimse aklımda ne baudlelaire kalır o kadar kitabından, ne de bir antonioni repliği.
ben alsam alsam şöyle şeyler çeker alırım koca koca diyarlardan, şöylesi yer eder dimağımda pişkin pişkin, kıçını yaya yaya:
"bizim evde digi-turk var söylemesi ayıp."
Friday, April 16
sadece
havanın bu kadar güzel olduğu ilk ilkbahar gününde
parklardaki bankların yapış yapış boyanmasını emreden insanlarla
aynı şehirde yaşamaktan dolayı buruktu bakışlarım.
yüzümün yeryüzüne pararel düşmesinin
gerçekten başka bir sebebi yoktu.
parklardaki bankların yapış yapış boyanmasını emreden insanlarla
aynı şehirde yaşamaktan dolayı buruktu bakışlarım.
yüzümün yeryüzüne pararel düşmesinin
gerçekten başka bir sebebi yoktu.
Saturday, April 3
üç ses, bir gece
s
kaplumbağalar üzerinde mumlar var imiş bir zamanlar
g
ve ışık hızıyla akarmış zamanlar
d
zaman zaman, zaman zaman, hmm o zaman...
Sunday, March 21
Wednesday, March 17
faili güneş
şimdi güneş halıya vururken,
kediyi de devirmiş bir hamlede, olduğu yere
ve şimdi güneş yüzüme vururken
vurduğu yer kızarırken,
gözümü alırken,
içimi açarken,
ve bunların hepsini perdenin aralığından
sinsice odama sızıp yaparken
kim soracak hesabını?
bulut mu?
kediyi de devirmiş bir hamlede, olduğu yere
ve şimdi güneş yüzüme vururken
vurduğu yer kızarırken,
gözümü alırken,
içimi açarken,
ve bunların hepsini perdenin aralığından
sinsice odama sızıp yaparken
kim soracak hesabını?
bulut mu?
Tuesday, March 16
Sunday, March 14
içtima
solumda sonsuz deste var. iskambil destesi. ben sayıyorum. bir saniye, iki saniye, üç saniye, dört saniye, ellidokuz saniye, bir dakika. desteyi lastikleyip, solumdaki yığına ekliyorum. ben saydıkça sağımda yenileri beliriyo ama ben sadece bir bir sayabiliyorum. bir saniye, iki saniye...
bir abaküs var bu sefer. sağı sonsuz, solu sonsuz. her altmış boncukta bir renk değişiyo. saydıkça bir sola kaydırıyosun boncukları. bir saniye, iki saniye, üç saniye, dört saniye, beş saniye, ellidokuz saniye...
evin önündeyim kimsecikler yok, elim alnımda apartmanın duvarına dayıyorum başımı. gözümü yumup başlıyorum saymaya, bir saniye, iki saniye, üç saniye, dört saniye, beş saniye, ellibeş saniye... bu sırada hayat çalılıklara çoktan saklanmış.
elimde kağıt kalem, isimler sayıyorum, şehirler, hayvanlar ve anılar... bir isim, bir şehir, bir anı...
ama hayat yumuşak g'yi seçiyo başlamam için.
Sonra tavla oynuyoruz, o aldığı kapıları sayıyo, ben kırıklarımı.
bir abaküs var bu sefer. sağı sonsuz, solu sonsuz. her altmış boncukta bir renk değişiyo. saydıkça bir sola kaydırıyosun boncukları. bir saniye, iki saniye, üç saniye, dört saniye, beş saniye, ellidokuz saniye...
evin önündeyim kimsecikler yok, elim alnımda apartmanın duvarına dayıyorum başımı. gözümü yumup başlıyorum saymaya, bir saniye, iki saniye, üç saniye, dört saniye, beş saniye, ellibeş saniye... bu sırada hayat çalılıklara çoktan saklanmış.
elimde kağıt kalem, isimler sayıyorum, şehirler, hayvanlar ve anılar... bir isim, bir şehir, bir anı...
ama hayat yumuşak g'yi seçiyo başlamam için.
Sonra tavla oynuyoruz, o aldığı kapıları sayıyo, ben kırıklarımı.
Saturday, March 13
Tansık
e sen burdaysan aksın nerde?
tamam kabul. muhakkak bir anlamı vardır. ama bu senkronizasyon mudur her ne ise olsun artık. mesela beden ile ruh eşzamanlı var oluyor imiş, e bunun eşanlamlısı da mucizedir herhalde.
o zaman, düşüncem çağırsın artık bu mucizeyi. eşleşsin bu başıma gelenler de, ben de bir anlam çıkarayım. yoksa ruhum ivedilikle bedenimden çıkabilir endişesindeyim.
ya aklım, ya fikrim hangisi bilemiyorum, ama birinden birinin ritmi kaçırdığı kesin. eş değil, çift görür oldum blog.
allahtan sıcaksu torbası ve içindeki sıcak su ve suyun sıcaklığı ve tabi ayaklarım aynı anda aynı yerde olabilme şansını yakalayabildiler. yoksa beklediğim mucize bu mu blog?
*ve hayır fizikten de anlamam, ben sadece kurbanım.
Friday, March 12
Wednesday, March 10
Friday, March 5
a dream of no importance
sokakta kaygılı bir koşuşturmaca. Yüksek tavanlı bir handa yeşil berjerlere oturmuş sohbet ediyoruz.
ben rahatsızım, insanlar yerlerinden yurtlarından edilirken biz laklaktayız. Karşımda oturan kır saçlı adam göz çukurlarının derinlerinden bana baktı. Ütülü pantolonunun içinde uzanan cılız bacaklarından birini ötekinin üzerine yerleştirdi, sarma sigarasını yakarken ateşiyle yüzünü ancak seçebiliyordum. ama biliyorum; o benim aynadaki yansımam. Öyle mistik bir sebebi yok, sadece onunda kalbi kendi kalbim gibi solumda kalıyor. yani iç organları farklı organize olmuşlar.
ağzından son çıkan söz sigara dumanıyla havada süzüldü
"herkes kendi koşulunu yaş..."
cümlesini bitiremeden yüzünde patlayan flaş heryeri aydınlattı, takımı da saçları gibi griydi.
ama buruşuk yanaklarındaki kırmızı lekelere anlam veremedim.
bu yanık kokusu da kiprit kokusuna benzemiyordu.
biraz kıpırdanınca farkettim, kalbim artık sağ tarafımda kalıyordu
yaklaşık bir metre kadar uzakta...
...
rüyaların tek kişilik gösterimler olması ne üzücü
ben rahatsızım, insanlar yerlerinden yurtlarından edilirken biz laklaktayız. Karşımda oturan kır saçlı adam göz çukurlarının derinlerinden bana baktı. Ütülü pantolonunun içinde uzanan cılız bacaklarından birini ötekinin üzerine yerleştirdi, sarma sigarasını yakarken ateşiyle yüzünü ancak seçebiliyordum. ama biliyorum; o benim aynadaki yansımam. Öyle mistik bir sebebi yok, sadece onunda kalbi kendi kalbim gibi solumda kalıyor. yani iç organları farklı organize olmuşlar.
ağzından son çıkan söz sigara dumanıyla havada süzüldü
"herkes kendi koşulunu yaş..."
cümlesini bitiremeden yüzünde patlayan flaş heryeri aydınlattı, takımı da saçları gibi griydi.
ama buruşuk yanaklarındaki kırmızı lekelere anlam veremedim.
bu yanık kokusu da kiprit kokusuna benzemiyordu.
biraz kıpırdanınca farkettim, kalbim artık sağ tarafımda kalıyordu
yaklaşık bir metre kadar uzakta...
...
rüyaların tek kişilik gösterimler olması ne üzücü
Thursday, March 4
allegro
Müzikle alakası yok. Ben müzikten anlamam. Bu bi film. hafızamıza yabancılaşmamız.
kader sekmesi değil de bilinç sekmesi bence.
bir yottabayt'lık bir hard-drive'ın en en en en derinlerinde bekleyen sinsi anlar,
söyleyeni sen olmasan da nedense sadece senin depoladığın sözler
"tırnak" içinde fısıldaşırlar...
formatlayabilirsen, olacak şeyin adına "allegro" derim.
*edit: beethoven 5. senfonisi de bize filmin etkisini yaşatıyor olabilir / olmayabilir
kader sekmesi değil de bilinç sekmesi bence.
bir yottabayt'lık bir hard-drive'ın en en en en derinlerinde bekleyen sinsi anlar,
söyleyeni sen olmasan da nedense sadece senin depoladığın sözler
"tırnak" içinde fısıldaşırlar...
formatlayabilirsen, olacak şeyin adına "allegro" derim.
*edit: beethoven 5. senfonisi de bize filmin etkisini yaşatıyor olabilir / olmayabilir
Tuesday, March 2
arayış
mesela karşımdaki ormanın öte yanında dolunayın yansıyacağı bir deniz arayışı,
veya defterimin arasında kurutabileceğim bir çiçek arayışı
ya da sevmediğim şeyleri yapmama engel olacak bir mani arayışı
ve buluşu
Mani:
ah ne karanlık günlerdi,
ne de güzel bahar geldi.
veya defterimin arasında kurutabileceğim bir çiçek arayışı
ya da sevmediğim şeyleri yapmama engel olacak bir mani arayışı
ve buluşu
Mani:
ah ne karanlık günlerdi,
ne de güzel bahar geldi.
Monday, March 1
Thursday, February 25
Monday, February 22
Friday, February 19
Wednesday, February 17
Thursday, February 11
Tuesday, February 9
Saturday, February 6
koyu çizgili
ciğerlerimden toprak çıkmıyor ya öksürünce
kan kusmuyorum sorulan hesaplara
namus aranılan listesinde yok bildiklerimin
ama nedense gözlerim hala ıslak
kurutmaya utandığım gözyaşlarım
sesleniyor her tuşa basışımda
"aktım ben artık sen gerisine bak" diye
yine de doymuyor bu iştah
kan istiyor açıkça
rengi ne olursa olsun
kan kusmuyorum sorulan hesaplara
namus aranılan listesinde yok bildiklerimin
ama nedense gözlerim hala ıslak
kurutmaya utandığım gözyaşlarım
sesleniyor her tuşa basışımda
"aktım ben artık sen gerisine bak" diye
yine de doymuyor bu iştah
kan istiyor açıkça
rengi ne olursa olsun
Thursday, February 4
mesela
sahne im juli ile başlasa, fonda blue moon, kahramanlarımız tuna sularında güneye akarken...
sonra gökyüzü birden aydınlansa. heaven'la devam etse mesela. bu sefer adem ve havva uzanmışlar altına ağacın, birbirlerini kabulleniyorlar.
Sonrasında bitişi Nettoyage à sec ile yapabiliriz mesela, bu sefer çiftimiz yüzlerinde sonuna kadar sahiplendikleri bir ifadeyle başları dik yürüdükleri yöne bakarak ilerler ve film biter.
yaşadıklarımdan çok azı aklımda kalırken, böylesi kareler daha çok yer kaplıyor mesela.
ben yaşamışım (sanki)
sonra gökyüzü birden aydınlansa. heaven'la devam etse mesela. bu sefer adem ve havva uzanmışlar altına ağacın, birbirlerini kabulleniyorlar.
Sonrasında bitişi Nettoyage à sec ile yapabiliriz mesela, bu sefer çiftimiz yüzlerinde sonuna kadar sahiplendikleri bir ifadeyle başları dik yürüdükleri yöne bakarak ilerler ve film biter.
yaşadıklarımdan çok azı aklımda kalırken, böylesi kareler daha çok yer kaplıyor mesela.
ben yaşamışım (sanki)
Saturday, January 30
gözlerimin doluluk oranı
yorgun bi göz
kime bakar, nelere dalar
kendi tuzlu suyundan başka
Thursday, January 28
bu gece uyu, artık herşey beyaz olacak
böyle beyaz bi sabahta ne yapılabilir ki?
en sıcak kazaklardan birini giy, iki kat çorap.
atkı ve eldiven, tırbişon ve herşey tamam.
şarabı yoldan alırsın.
seğmenlere yürüyüş ve işte koca koca binaların yolların arasında sessizce uzanan vadinin heybeti, yeşil beyaz çamlar, çatılar...
-- neyse ben bugünlük pencereden seyredeyim
en sıcak kazaklardan birini giy, iki kat çorap.
atkı ve eldiven, tırbişon ve herşey tamam.
şarabı yoldan alırsın.
seğmenlere yürüyüş ve işte koca koca binaların yolların arasında sessizce uzanan vadinin heybeti, yeşil beyaz çamlar, çatılar...
-- neyse ben bugünlük pencereden seyredeyim
Monday, January 25
petek
Fonda ıslıkla bir şarkı, kafamda sarı hasır şapka siyah anlımda boncuk boncuk terler. Bez mendilimle sildim alnımdaki karayı. Teri emdi mendil ama karası gitmedi. Şaşırmadım zenciyim çünkü. Yolun sağına mı sapsam soluna mı diye düşünürken bu sahnenin filmin son sahnesi olduğunu hatırladım. Set görevlileri de sıkılmıştır uzatmamak lazım. Ama bu baskı altında düşünemiyorum ki. Aklım çok dağınık, dile dökersem daha netleşir diye düşündüm. Çatalın başında, alnımda sıcak, denedim; dökülen iki kelimeydi; “ve fakat”. Çok imreniyorum bu iki kelimeyi yan yana kullanabilenlere. Sanırım sağımda uzanan ufuk “ve”, solumun sonu ise “fakat”. Ağzımın kenarını da aynı mendille sildim, kırıntılar gitti ama kelimeler kaldı. Şaşırmadım kadınım çünkü. Bu sahneyi iyi biliyorum montajda iç sesi konuşturacak yönetmen, oscar wilde’ı duyacak omuzumun üstünden yola bakan seyirci. “bir insan kendi kimliğiyle konuşurken pek az kendisi gibidir. Ona bir maske verilirse gerçeği anlatır.” Benim içimden geçen bu değil ama. Bir yolun ayrılabilmesi benim düşündüğüm. 1=2
Cümleleri de böyle yarıyoruz ikiye, kuruyan dudaklarım gibi. Saturday, January 16
aylak adam
İki saat sonra kalabalığın içinde, sinemadan bir dar sokağa çıkan sanki başka birisiydi. Düşünüyordu: “Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umuluyor. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar. Saatine baktı: Dört buçuğa beş vardı. “Eve gidip okusam.” Durağa yürüdü. “Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. Sokağa hep birden çıksınlar…”
yusuf atılgan
Friday, January 15
out of the blue
bu güne de böyle başla.
out of the blue bi yüz ifadesi,
sokak mı ev mi ikilemi
bi fincan çay
hala şaşkınsın bu haline,
neden bugün?
bunca karanlık gecelerden ve sabahlardan sonra neden bu sabah seçti yüzün bu ifadeyi?
ve bir şarkı: out of blue
:)
Wednesday, January 13
her brown eyes blew goodbyes
çimlere uzandık. başının altında kolu, uzun dalgalı saçları ve kırmızı montu, sordu; herşeye rağmen mi?
evet dedim, ne olursa olsun.
nasıl anlaşılır peki dedi.
"hala" ile dedim.
? anlamadı sanırım ama hala gözümün içindeydi kahverengi bakışları.
hala ile başlayabiliyorsa cümleleriniz, yıllar sonra, sözler sonra, tüm olanlardan sonra halalı cümleler kurulabiliyorsa, anlarsın dedim.
hala çimlere uzanmış gözünün içine bakabiliyorsam ve hala kaçmıyorsa baktığım gözler o zaman anlar mıyım yani?
evet. o zaman emin ol ki siz kaybolmadınız birbirinize.
önemli olan da bu di mi?
evet bu. demek ki arkadaşsınız siz birbirinize.
dostluk böyle bilinir di mi.
böyle bilinir. hala testiyle.
hala sözler değil,
ama gözümü dolduran gözlerse hatırladığım bu konuşmadan,
hala çimenlerin yeşili
ve esen rüzgarsa aklımdaki
ve güvense bana karşımdakinin sıfatı...
o zaman bilirim sen;
beni lanetleyen
ve bir rüyada bozan bu laneti.
teşekkürler
evet dedim, ne olursa olsun.
nasıl anlaşılır peki dedi.
"hala" ile dedim.
? anlamadı sanırım ama hala gözümün içindeydi kahverengi bakışları.
hala ile başlayabiliyorsa cümleleriniz, yıllar sonra, sözler sonra, tüm olanlardan sonra halalı cümleler kurulabiliyorsa, anlarsın dedim.
hala çimlere uzanmış gözünün içine bakabiliyorsam ve hala kaçmıyorsa baktığım gözler o zaman anlar mıyım yani?
evet. o zaman emin ol ki siz kaybolmadınız birbirinize.
önemli olan da bu di mi?
evet bu. demek ki arkadaşsınız siz birbirinize.
dostluk böyle bilinir di mi.
böyle bilinir. hala testiyle.
hala sözler değil,
ama gözümü dolduran gözlerse hatırladığım bu konuşmadan,
hala çimenlerin yeşili
ve esen rüzgarsa aklımdaki
ve güvense bana karşımdakinin sıfatı...
o zaman bilirim sen;
beni lanetleyen
ve bir rüyada bozan bu laneti.
teşekkürler
Tuesday, January 5
Subscribe to:
Posts (Atom)