Monday, October 26

gelgit


acı kahve kokusu gibi
burnumun ucundaki
yetişemediğim
yorganın altında bile ısıtamadığım
sukunetimle susturamadığım
kendime gelmeliyim artık...
kaçarken kovalamaya başladığım kendime

gelmeliyim...
zaten başka birinin de çağırdığı yok

Wednesday, October 21

distopya

Uyanınca yanağında yastık izi kalmayan,
yürürken sendelemediğin,
uyurken horlanmayan,
her hatanın bir telafisinin olduğu,
kopya çekilmeyen,
herkesin herşeyi zaten bildiği dolayısıyla kitap okunmayan,
endişenin ve merakın değil huzurun ayyuka vardığı,
suda çok kalınca bile parmaklarının buruşmadığı,
ayakkabı içinden çorabının sıyrılmadığ,
sevgililerin kavga etmediği,
fındıkların kabuksuz olduğu,
herkesin fotoğrafta güzel çıktığı,
kimsenin para sıkıntısı çekmediği bu sayede son paramızla bi bira içelim denmeyen, betona oturunca karnımın ağrımadığı
ve annemin ballı süt ısıtmadığı,
internetin sınırsız olduğu
ve insanların saklayacak bir şeyleri olmadığı için kalın perde kullanmadığı,
takside hep bozuk uzatılan,
rafların tozlanmadığı,
fermuarın sıkışmadığı,
dondurmanın erimediği,
yokuşların sadece hafta sonu gezilerinde tırmanıldığı,
kimsenin gününün kötü geçmediği bu yüzden kötü gün sonunda eve gelmenin huzurunu tadamayanlarla, fahrenaytı santigrata çevirmesini bilenlere dolu bir yer.

Bir idealar dünyası…
olsa olsa bir distopya!

Ve bunların hepsinin tersinin olduğu bir yerse ancak bir ütopyadır benim aklımda. Kitaplarda idealize edilenler değil, benim olan, asıl olandır ütopya… bir olasılığın varlığıdır, bazen 451 olasılığın varlığıdır… kutupların iki tane olması gibi farklılaşabilmek de olabilir belki. “ou” olmayan demektir. Ve olmayanın olma ihtimalidir outopia…

Kağıdın yanma ısısıdır… ve yanarken verdiği sıcaklık…

ey şehir! sen nesin?

bir masal vardı bu şehre dair
sütü bal koyuluğunda
gözleri kara
uyudun uyandın
büyü bozuldu
bir kapı kapandı geçmişe

ey şehir!
sen yoksun

ay'dınlık

“Ay” gücenmezsen bir sorum var, neden devamlı ordasın? Bunun bir amacı, anlamı var mı yoksa sadece öylesine mi? Eğer bir amacı varsa başım üstüne, eğer çocuklara masal olsun diye ya da sevenlere buluşma noktası olsun diye ise, hep kal bildiğimiz yerde. Ama eğer bir nedeni yoksa bir soru daha gelir aklıma. Bu sonsuz alemde neden hep aynı kürenin kökündesin. Hiç mi merak etmezsin daha kırmızı ya da daha yumuşak, belki üçgen diyarları? Hem sen gidersen yıldızlar yaklaşmaya cesaret bulur. Hem sen gidersen ben de bu halime bir bahane bulurum.
Ay gitti ondan derim.
Ay bile gidebildi derim.

Friday, October 16

boş'vermeyi göze alabilmek

tüm bu kozmik karmaşadan sıyrılabilir mi acaba?
karanlık... gözbebeğini bilye kadar büyüten bi zifir, beraberinde kulağı sağır eden bi sessizlik. havasız bi boşluk. bedenin etrafını saran bu atmosferimsi madde olmasa nasıl hissederdi acaba? gerçek bir boşluktan bahsediyorum. nefes alırken içini havayla değil boşlukla doldurmaktan. ağırlığın ve hafifliğin, yerçekiminin olmadığı bir bomboşlukta nasıl var hissederdi hendini? acaba his edebilir mi?
sesler sessizleştikçe kulak daha çok duyar ya, hisler hissizleştikçe akıl daha mı çok algılar acaba? tüm bu değişkenleri sıfırlayınca akla hacet kalırmı ki aceb? bilinç safdışı bırakılabilir mi. boş'verilebilir mi?

en iyisi kaçmak lazım.
göz alabildiğine kaçmak.
göze alınamayanlara kaçmak...

Sunday, October 11

'iki başlı ejder'

yağmrun yağma olasılığı,




yağmurun yağmama olasılığı




444 km. ötede 41-29'da yokuş aşağı akan suya basmadan 38 numaranın önündeki çöpe ilerleyen kedisini kaybettiğini düşünürken odaya esen yağmur kokusuyla avunan komşunun yanlış akor basma olasılığı veya kedinin suya basmama olasılığı. senin bu ana tanıklık etme olasılığın ya da benim sanıklık etme olasılığım
bu kaydı yayınlama olasılığı - bu kaydı yayınlama olmayasılığı

Saturday, October 10

nam-ı diğer


terk-i diyar...



çünkü bir yerlerde bir ses "la sirena"yı mırıldandı.

jealousy!




it is all in my head.

Friday, October 2

(duvar)



neden olmasın diyorlar. neden olsun diyorum. ya da neden oldu?

Thursday, October 1

kim var orda?



albertina sen misin?


birinci ekimin sonuncu baharı anladı imdat aslında bir ünlem ve fısıldanırsa kimse duymaz. yazın sonunda yorgun dargın açılan kapıda mı suç yoksa ayak parmaklarının arasından dalıp gittiği ufukta mı! zayıflığı yemediğinden değil. dün söyledi gizlide, akşam boyu kursağından bi lokma heves geçmemiş. uzun lafın kısası makbuldür diyip çiçekleri vazoya koyup kapıyı çekmiş. açıldı ya işte kapı, çatılar bacalar kapatsa da ufkunu, bir umutla yavan yavan yutkunur yolu yarılamış sözleri. nerdeydi bu terlikler, sen mi geldin diyenler? sözümü balla kesenler? sonbaharda çiçek yerine yaprak almak kimin aklına gelmediyse o kişi öğretmişti cümleyi noktanın başına koymayı. ünlemse dedi pencereyi aralarken, aslında her cümlemin sonunda...

kader sekmesi... by Denisolas



geldim
şehirdeyim...
yıllar önce aynı nedenden terkettiğim yerdeyim...