Sunday, March 27

genesis
























bedenimle ruhumun aynı zamanda aynı yerde olduğu zamanları seviyorum.
ah hele bir de keyfim de yerindeyse...

Wednesday, March 23

gülüştokuş



sonra "sesini duymak tabii ki güzel bir şey" dedi,
"ama ayrı olunca özlem biraz daha buruk tüter geniz yakarak."
sonra tebessümlerimizi takas ettik.
onun gülüşünde kendi gelmişi ve geçmişi vardı benimkine ek,
benimkindeyse boyu kısa diye yüzdüğü suyu derin sanan, 
aslını bilen ama pek anlamayan, anlamadıkça çaktırmayan,
ve bunların hepsini kimliğini saklıyormuş oyunu oynayıp,
bi bolgda başkalarına taslayan birinin,
sözün söyleyeni kadar çok anlamlı olmaya çalışan ama 
olmadığı her halinden belli olan,
yine de samimi,
herşeye rağmen kendi,
ve hep biraz dertli,
o bilindik,
dudakları içine bükük
bir ifade vardı.

*ve maalesef bu ifade sadece anadilinde bu ifadeydi. 

*fotoğrafa baktıkça düşündüm ki buna en çok chopin piyanosu yakışır.
evet.
bu.

Saturday, March 19

kuşbakışı

içinden bir sayı tut
ve sonra solundaki ilk sokağa sap
o sayının olduğı evi bul
yan duvarında bir şiir bulacaksın

dilini bilmesen de okuyacaksın
dördüncü mısranın yanına denk düşen pencereye bak
perdenin aralığından birini göreceksin
tanımasan da gülümseyeceksin

sonra alıcılar, vericiler, kornalar, motorlar, televizyon kanalları ve gazete başlıklarına bulanmış modern zamanlara direnen koca bir şehrin var olduğunu görüp denize çıktığını bildiğin ilk kanal boyunca kendini bile unutup yürüyeceksin.

işte bu,
tam da bu
işte tam böyle olur hayat
kuş bakışı.
adımlarından hızlı
kalp atışı

Sunday, March 13

Wednesday, March 9

Monday, March 7

şavk vurur, zilal düşer, arada olan ağaca olur

bir adı ya da bir anıyı,
ilk anlamıyla anabilmeyi ister.
duyduğu her kelimeyi, ilk anlamından öteye gitmeden,
daha el değmeden,
dili dolanmadan.

ama olmuyor.
kitaplarından çok uzak olduğu için belki
iç sesine söz geçiremediğinden ya da.

tıkırtılara uyanıyor,
çok karanlık, seçemiyor.
bir gölge her gece çöplerini karıştırıyor.
çıplak elleriyle yokluyor,
ne kaldıysa geriye,
karası tırnaklarına doluyor gölgenin

yine de içi rahat.
iyi bilir her gün doğar,
elbet biri çıkar,
geceyi sabah eder.

ve biz ona hürmet,
her sabah yatağımızı düzeltiriz.
geceyi gündüzden ayrı tuttuğumuzu bilsin isteriz.
gölgeyi ferinden,
bileni bilmeyeninden,
ve adını anısından.

kimi değer, kimi dolanır,
biri vurur, başkası düşer,
o eder, ben olurum.
sonra sen edersin, yine ben olurum.
gün olur, bi ben olurum.

bir ben ve tabi bir de gölgem

Tuesday, March 1

kendi kuyruğunu yiyen yılan ne türlü bir döngüyü simgeliyor olabilir?*

gecenin bir vaktinden sabahın bu saatine hala uyumadım.
ama dertten tasadan değil bu gece nöbeti.
kim inanır karanlıktan korktuğuma?

bi derdim var aslında,
artık benim de rollei 35im olsun istiyorum.
belki o zaman gördüklerime hakim olurum ve göremediklerimi umursamam.

ha bir de düşünüyorum belki tırnakları benim kadar renkli bir arkadaş edinirsem,
benim de bir gazellem olursa,
şöyle sıcak bi ülkede güzel bi konferans ayarlarsam,
elektrik süpürgesinin yerini bulursam,
ve her tanıştığım kişiye aklım karışık izlenimi vermekten kurtulursam,
ve bilimsel düşüncenin mantığını okumayı bitirirsem,
bir de hacışakir sabunlarıma kavuşursam,
her şey tam olur.

peki o zaman gece yemeklide içip içip sonra rahatsız pulman koluklarında kondüktörün "sincan" ya da aynı şekilde "bostancı" diye seslenişine kadar deliksiz uyurmuşçasına uyuyabilir miyim?

hmmm, sanmam. karanlık aynı karanlık.
nerden bakarsan bak otto yine otto.

*başlıkla ilgili ayrı bir post sonradan gelebilir (hem de fotoğraflı). bunun dışında dağınıklığın kusuruna bakmayın. olan biteni bi kolaylayım daha tertipli olacağım.