Monday, December 28

laf kalabalığı



tatile çıktı,

pılını pırtısını aldı ve gitti...

akşamüzeriydi, tül perdede sarı güneş, benim sırtım sana dönük, gittim bavulumu doldurup.sen gelmedin. sen gelemedikçe ben gittim,

omuzlarım düşük, seni de yanımda götürdüm.

bavuldakiler laf kalabalığıydı. içinde sadece sen vardın bir de yarımadaya vuracak sarı güneş.

ben gittikçe sen geldin. ama bana değil(miş).

tüm bu gellerde ve gitlerde aslında sen yoktun, güneş çoktan batmış.

ay vardı o günlerimde.

gerçek bir ses biletime bir iki cümle yazdı gitmeden. anlayamadım yazanı. O da anlatmadı. ölüm haberiydi, sonrası sırtımı denize döndüm. yüzüm dağlarda, aklım sende, biletteki yazı karşımdaydı. ölüm haberiydi, geldi ve gitti, deniz sırtımda, yazı alnımda, sense aslında hiçbiryerde.




dönerken otobüs mola verdi. sana dönerken bir mola verdim. telefonumu açtım, bir mesaj sesi.

ben o yazbaşı kapıyı çekerken, sarı tülün ardında biri daha varmış sırtım yüzüne dönük.

ben gidemedikçe o gelmiş. sen olmasan da o olmuş. sen orda  öyle omuzların düşmüş, ardında güneş , bana değil ama bana doğru bakarken, o senin omzundan beni görmüş. benim başım yerde, elimde laf kalabalığı bir de ardımda sen.




ses sordu neden geceleri olduğunu.  neden hep gece vurduğunu ay ışığının yüzüme.




sustum. cama baktım

ay yok.

ben varım.

bir otobüs dolusu geri dönüş haraket etti.





geri geldi.

aslında hiç gitmemişti di mi. o ayakta, sen karşısında, ikiniz de sokakta. iğde kendi halinde bakıyo ikinize. sen şaşkın, geri gelmenin mahiyetini anlıyorsun. sen ayakta ama yıkılıyorsun aslında. onun yüzü yok, ışık arkadan vurmuş, seçilemiyo. o kızgınmış gibi yapıyo, o ana öylesi yakışır çünkü. sen gelmişsin, ve çoktan geçmişsin artık olması gerekenlerden. iğde esiyo rüzgarla, senin gözün iğde dalında. bir mucize diyosun, bir ışık bu girdiğim tünelde. iğde daha bi hızla esiyo, yapraklar aralanmış ışık yok.

yaprakların arasında

onun arkasında,

yukarıda,

zifiri lacivertte,

o gece,

o sokakta,

tüm bu gidememelerin

ve gelişlerin ardından

hayallerin kayıyo onun buz rengi, süslü sesinde. o gece, iğdenin altında senin gözünde hafif tuzlu bi bulanıklık, yaprakların arasında gözün, yutkunuyosun yediğin yumrukları. orada yıkılırken sen, o iyice bulanık, arkadan bi ışık vuruyo geceye.

sen orda

o yok.

ışık belirdiği gibi kayboluyor. sen memnun ve kanaatkar, köşeyi dönüyosun cebindeki elinde anahtar sesi. yanakların ıslak, omzun düşmüş, elin cebinde kendine sarılmış, yalnız çıkıyorsun yokuşu, senelerdir olduğu gibi.




arkanda sessiz sözler,

milyonlarca gitmeler, 
lacivert bir karanlık...

aklında ışık...

No comments: