bi yaz sıcağında ankarada, daha lisede kendi kendime kavruldum, boncuk böcegi gibi kıvrıldım içimdeki en arka köşeye. kendimden bile saklanasım geldi.. balkona çıktım, iğde kokuyordu, dolunay vardı, içim kanıyordu, gözüm doluyordu ama boşuna..
hiçbişiim yoktu aslında..
aslında hiç bir şeyim yoktu--nedeni buydu huzursuzluğumun.
bunu anlamış olmam, aklımın isyanı, kendi kendimi yatıştıramamam. o gün çok mu sıcaktı yoksa yalınayak balkonda içim içimden çıkmakla cebelleşirken farketmedim mi bilmiyorum..
ama geriye "o duyguyu bi kere yaşadın mı hep yaşarsın kızım" diye bi özöğüt kaldı. öylede olyor. ama yeniliyor da bu duygu.
bi kış (galiba aynı yazın kışı), evde tek başıma girdim gelen yıla. başucumda şarap şişesi film izleyip şarkı mırıldanarak. herkes kalabalıklar arasında (yeni)yıllanırken ben yalnızlığımı kumarda yendim. kendimi farkettim. o zaman içim rahat etti.
mesele bir şeyin olup olmaması değil, kaybedecek hiçbişeyin olup olmaması sanırım... kaybedecek hiçbişeyin yoksa eğer, bi boşluğa düşüyorsun. sonra yüksek duvarlı dar bi havuzun içinde yorgunluktan ölene kadar yüzüyorsun...
ama o gece aslında kaybetmemem gereken en önemli şeyin farkına vardım, kendimi farkettim. onu kaybetmemeliyim diye biriktirdim tüm hayatımı üstüne.
ee iyi bok yedin deme şimdi, iyi mi kötü mü bilmem ama yalnızlık böyle bi şey. yaln olmak, yalın olmak yani..
No comments:
Post a Comment