portakali sever misin mesela?
evet!?
neden seviyorsun peki?
ne biliyim. vitamini bol...
iste sevgi bu. kabugunu soyarken asidinin kediyi kaciracagini bilsen de, posasi disinin kavuguna takilip tum aksam dil kaslarini heder etse de seversin portakali. sorgulamadan, oldugu gibi. baska halini tanimamissindir cunku. tanimaya da gerek kalmamistir belli ki. portakal iste, tam olmasi gerektigi gibidir: portakal gibi.
Ankarayi da bu yuzden sevdik hepimiz. oyle sade ve sussuz ki, yuksek basincli kis aksamlarinda sogugun mavisini tanidik onla. kalabaligina, egzozuna ragmen, insan nefesi ve ucuz gazla isinmis bir dukkandan girdigimiz gunler, ev diye kaldi aklimizda. halinden memnun bir kedi gibi burnumuz nemli dolandik yokuslu sokaklarinda.
caresizliklerinden dolayi buyumus sehirlerde biz de buyuduk son care. siirlerde, sarkilarda unutulan hallerine ev dedik sehirlerin. kaybedenlerin kazananlardan fazla oldugu sehirlerin olduk. sonunda cogunluk olduk.
manisayi, berlini ve newyorku da bu sebepten sevmedik mi? gri beton dominolarin ardinda satilan ihrac fazlasi defolu hayatlari anacadde vitrinlerindeki donuk mankenlere yeglemedik mi bir kere?
Neden sevdik buralari peki?
nedeni belli. cunku buralarda kisin gorebilirsin gunesi.
soguktan catlamis derindeki yariklar kanar da,
yine gorursun gunesi,
bol vitaminli,
bol sulu
sikmalik bir portakal gibi.