Monday, June 27

natürmort







































ormanda yürürken ölü bir ağaç gördüm dün.
bir ağaç kökleri hala sudayken, hala toprağa bağlıyken nasıl ölür diye düşündüm.
nasıl olur da içindeki can uçar gider dalına konan kuşlar gibi...
sonra bizi düşündüm
biz de öyle değil miyiz?
ilk cemreyle ayakkabılarınızı çıkarıp çimlere basmaz mıyız ilk iş?
uyanır uyanmaz pencereyi açıp havayı koklamaz mıyız?
her ay dolunaya bakakalmaz mıyız?
yol kenarında meyve ağacı görünce kenara çekip dallarına tırmanmaz mıyız?

eğer yapmıyorsak biz de ölmüşüz anlaşılan
lastik pabuçlar ayağımızı yerden kesmiş
ellerimiz meyva toplamıyor, kumanda kullanıyor
gözümüz yıldızları değil, neon ışıkları görüyor,
burnumuz baharı değil, parfümleri kokluyor
içimizdeki can uçmuş gitmiş,
sıkıntı ve sorumluluklar geriye kalan.

ama işin kötüsü
bunları vasıf sanmamız,
medeniyetten anladığımızın bunlardan ibaret olması
toprağa, suya, havaya giderken savaşa giden askerin silah kuşanması gibi
pahalı "trekking", "jogging", "scuba-diving" kostümleriyle komikleşmemiz
konforlu, yalıtımlı evlerimizde bile yalınayak yürümememiz
işin kötüsü teknolojinin herşeye hükmedebileceği yanılgımız
ve bu yanılgıyla medeni medinelerimizde ahkam kesmemiz

tüm bunlar neden oldu biliyor musunuz,
çünkü biz çambalını ağacın kavuğundan tatmayı unuttuk
biz ağaçların ne kadar uzun yaşadığını unuttuk
dolunayı sokak lambası ışığıyla karıştırır olduk

Wednesday, June 1

pas*

beşiktaşta sadece ara sokakların çıktığı bir parkta uyandım
kapşonum kapalı, ellerim cebimde ama gülümsüyorum
yağmurdan çekinmeden.
ve kaçışan insanlarla dalgamı geçiyorum
siz ki bir avuç yağmurdan bile tırsan camekan bebekleri diyorum
derken ayağım takıldı, kibirim gibi tümsekte kalmış bi taşa.
başımı kaldırdığımda
bir avuç insan gördüm
ellerinde kitapları, kiminin gözlüğü, kiminin pabucu
hepsi en şık kıyafetleriyle parkta buluşan türden.
ne koşuşanlar, ne şemsiyeler, ne bakışlarım, ne de yağmur...
bu insanlar oksitlense de, kuş da sıçsa, başları dik.
yağmura, şemsiyelerinin altına saklananlara, parkta uyumayanlara,
yağmurdan bile kaçar olanlara
başlarını dikmeye devam edecekler.
dimdik güneşi bekleyecekler.
ve belki paslanacaklarını bilseler de
güneşi zaptedecekler.
sadece bu insanlar işte,
bizim başımızı önümüze eğecekler.

*gecenin sekizde birine ad olan bu kelime bir edip cansever şiirine de söz olmuştur.